DAMAT PAŞA AĞITI [Günay Tulun]

Hakkımız edilir mi helal, Damat Hafız Hakkı’ya; 
Dâmâd-ı Şehriyârî, Paşa, Hafız, Hakkı’ya?..
“Bit yiğitte, pire itte” deyince Gâvur Moskof,
Tifüsten yiğit ölen Damat Hafız Hakkı’ya? 




Günay Tulun
Yazarlar ve Ozanlar Grubu
Sessizliğin Sesi Grubu
Kitap: Anılar Canlanırken III-"Geçmişi Yaşamak Gelecekle"
Gerçeğin Damlaları
Elektronik Dergi: Sessizliğin Şiirsel Sesi
Elektronik Dergi: Günay Tulun Şiirleri
Elektronik Dergi: Türkiyenin Sesleri
Elektronik Dergi: Sessizliğin Sesleri
Elektronik Dergi: Tarihin Sesleri
Elektronik Dergi: Haberciden
Elektronik Dergi: Erzurum Sesleri
Elektronik Dergi: Edirne Sesleri
Elektronik Dergi: Samsun Sesleri
Elektronik Dergi: İstanbul'un Sesleri
Bazı dergi ve internet siteleri



* * * * *

BÖLÜM I
SARIKAMIŞ OLAYLARIYLA İLGİLİ KISA BİLGİ
Ana konu, Osmanlı-Rus Savaşıdır. Bunu tarih kitaplarında okuma imkânımız olduğu için; nedenini, nasılını, kim demiş, kim yapmışını burada irdelemeyeceğiz. Amaç, Sarıkamış olayları hakkında yanal bilgiler yoluyla aydınlanmak olduğuna göre, o günlerin sosyal ve sosyo ekonomik yapılarıyla ülkelerarası ilişkilerini de bir yana bırakarak başlıyoruz okumaya... 

Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’nde liyakat yerine gözde olmanın başkomutan olmaya yetmesinin sonuçlarını gösteren bu hazin öykü; Osmanlı Hanedanı'na damat olan Başkomutan Vekili Enver Paşa ile yine onun gibi hanedan damadı olan ve daha yarbayken Genel Kurmay İkinci Başkanlığı yaptırılarak kendisine olmadık payeler yüklenen, bu elim olay sırasındaysa Albay rütbesi taşıyan Hafız Hakkı Bey’in müşterek bilgisizlikleri nedeniyle mahvolmasına ortak oldukları koskoca bir orduyu anlatır. 

İşin trajikomik yanlarıysa o devirde Osmanlı Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi'nin [Genel Kurmay Başkanı] bir Alman olan General Bronsart von Schellendorf olması, kendisine paşa unvanı verilmesi; Sarıkamış'taki bozgunun sorumlularından "Dâmâd-ı Hazret-i Şehriyârî" Hafız Hakkı Bey’in, tahrif edilen harekât sonuçlarıyla zafer kazanılmış gibi gösterilerek, hemen bozgunun ertesinde diğer "Dâmâd-ı Hazret-i Şehriyârî" Enver Paşa tarafından paşalığa terfi ettirilmesidir. Terfi ettirilişinin üstünden daha bir buçuk ay bile geçmeden, yeni paşamız da tifüsten ölerek savaş kurbanlarının arasındaki yerini almıştır. 

Harekâtın yapılması konusundaki ısrarına ve tüm hatalarına rağmen, Hafız Hakkı Bey’in ikinci derecede suçlular arasında olduğu bu acıklı öyküde; ihanetleri tescilli Ermenilerden başka, hâlâ yurdumuzu saran her belada her taşın altından çıkan Almanların rolünü unutmamak gerekir. Başroldeki aktörler; ülke olarak Almanya, ülkemizde Erkân-ı Harbiye'nin üst kademelerine yerleştirilen ihanet içindeki Almanlar, Almanlara aptalca hayranlık duyan ve her dediklerini onaylayan Osmanlı Makamları, tecrübesiz insanları komuta kademesine atayan yetki sahipleri, ülkenin başı olduğu hâlde saltanatının derdinde olduğu için görevini yapmayan, olaylara dur demeyen padişahtır. Tabii düşmandan söz etmiyorum. O ne de olsa karşı taraftır. Düşmanı kışkırtansa Almanlar... Kışkırttıkları yetmezmiş gibi savaştığımız Ruslara silah sattıklarına dair işaretler de mevcut. Bugün dış politikamıza yön verenlerin, onların bu kışkırtma yöntemlerini okuyup öğrenerek hafızalarına nakşetmelerinin şart olduğu kanısındayım. Görevleridir, zahmet olmaz sanırım.

Almanların ihanetinden söz ederken, yine bir Alman olan Mareşal Goltz'u yani Osmanlının Goltz Paşa'sını onlardan ayırıp farklı bir yere koyuyorum. Goltz Paşa Britanya'nın Mezopotamya Ordularıyla uğraşırken bir de olayı tümüyle özetleyen doğru bir söz söyler. Der ki: "Kafkaslarda, kendilerini maalesef Napoléon Bonaparte sanan birçok cahil adam var. Bunlar, ordularına güçleriyle bağdaşmayan görevler vermişler ve bu yüzden ordularını büyük zarara uğratmışlardır."

"Sarıkamış Harekâtı sırasında hiç kurşun atılmadığını, savaşılmadığını, askerlerimizin yalnız donarak öldüklerini" yazıp konuşanlara rastlamaktayım. Bu çok yanlış fikirleri nereden edindiklerini anlamak oldukça zor. Sarıkamış Olayları sırasında yapılan çok çetin savaşların, hatta Rusların çekilmeye kalktıklarının bilinmesi gerekir. Bu nedenle aşağıda bağlantısı gösterilen ve 5. madde nedeniyle yeniden değineceğim "1914 KIŞINDA SARIKAMIŞ KARLARI" şiirinde yer alan: "Tek kurşun savurmadık, görünmedi hiç düşman. / Dediler Moskof kaçmış, duyunca Osmanlıyı..." mısraları, savaşın ancak birkaç saatlik dilimini ve Osmanlı Kuvvetlerinin Rusları arayışını tasvir etmektedir. Yoksa savaşın olmadığını değil... 

Şehitlerimize yalnız "zayi" gözüyle bakma ve bunu söze dökerek sanki basit bir olaymış gibi tekrarlama basiretsizliğini gösterenlerinse bir an önce ülkemiz tarihine gerekli hassasiyeti göstermesi ve tarihimizle ilgili derslerine yeterli vakti ayırmaları gerekmektedir. 

Sarıkamış tek bir olay değil, her biri ayrı bir öyküye sahip çok sayıdaki olayın oluşturduğu hüzünler manzumesidir. Çocukluğumda, özellikle Erzurum'da bulunduğumuz yıllarda, tüm "Sarıkamış Olayları" içinde hayatlarını kaybeden kahramanlarımızın 120.000 kişi olduğuna dair güçlü bir inanış ve tabii ki bu inanışa bağlı olan güçlü söylentiler vardı. Bu sayı içine: İkmal ve takviye birliklerinin gerek kara gerekse denizdeki hâllerinden başlayarak; savaş sonrası tifüs, kangren, iyileştirilemeyen ağır yaralar ve açlık nedeniyle ölen muharip güçlerimizle esir alınıp Rusya'ya götürülen ve orada ölen ya da öldürülen askerlerimizin de dahil edildiğini hatırlıyorum. Bahsettiğim Erzurum günlerinde şehitlerimizin acısı daha tam soğumamış, olayların üzerinden yalnızca 41 yıl geçmişti. Tanıkları sağdı. Daha sonra, özellikle son yıllarda, 90.000 rakamı telaffuz edilmeye başlandı. Genel Kurmay Başkanlığı arşivlerindeki istatistiklerde görünen sayıysa bu rakamlardan çok daha az. Kitaplarda da çok değişik rakamlar yer almakta. En doğrusu, bu konuda çok geniş araştırmalar yapan "Sarıkamış Şehitleri Gönüllüleri"ne inanmak. 

Neredeyse şehitlerimizin sayısıyla birlikte anılmaya başlanan "Sarıkamış Bozgunu"nu hazırlayan diğer faktörleri sıralayalım:

1- Tüm uyarılara, özellikle Hasan İzzet Paşa'nın gerçekleri ifade eden akilane açıklamasına karşın, kışın en ağır yaşandığı bir dönemde harekât yapılması... 

2- Osmanlının ikmal kuvvetlerini organize eden komuta kademesinin gaflet içinde olması. Muharip güçlere komuta edenlerin de onlardan aşağı kalmayıp zaten yiyecek sıkıntısı çektirilen muharip güçleri; kış şartlarına uygun kıyafet ve teçhizatla donatmadan, alelacele savaşa sürebilecek ölçüde basiretsiz olması...

3- Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi’nin başına çöreklendirilmiş Alman subay müsveddelerinin; tüm istihbarat bilgilerini savaşı yürüten güçlerden yani Osmanlı Ordusu’ndan saklayarak onların yerine binlerce kilometre ötedeki ülkelerinin genel kurmayıyla paylaşacak kadar mesleki cehalet, aptallık, alçaklık ve ihanet içinde olması. Osmanlı Genel Kurmay Arşivlerini bile hiç utanıp sıkılmadan, çalıp çırparak kendi ülkelerine taşıyan Almanların ihanetlerini hesaplayamayan ya da göz yumma gafletine düşen, daha açık söyleyeyim her şeyden haberleri olmasına rağmen kıllarını bile kıpırdatmayan uşak ruhlu Osmanlı üst makamları yüzünden, harekât için gerekli tüm hayati bilgilerin ordu karargâhına aktarılamaması... 

4- Yurdun dört bir yanından gelen kuvvetlerle kurulan ve kimine göre yüz yirmi bini bir hayli geçen birleşik ordunun azametli görünümünden etkilenen kilit mevkideki bazı komutanların; “Sarıkamış Kurtarıcısı” ünvanına sahip olmak, Sarıkamış’a ilk girme şerefini elde edebilmek için teçhizat dahil birçok eksikliği göz ardı ederek taktik anlamda çok büyük yanlışa düşmeleri... 

5- Gerek kuşatma çabaları gerekse çekilen ya da kaçtığı düşünülen Rus birliklerinin karla kaplı dağlarda kovalanmaya kalkışılması suretiyle harekât alanının planlananın dışında genişletilmesi ve hem uygun kıyafete hem de diğer teçhizata sahip olmayan askerlerin bu takipte görevlendirilmesi... Bu nedenle, "1914 KIŞINDA SARIKAMIŞ KARLARI"nda anlatılmakta olan işte o hazin anların yaşandığı, Allahuekber Dağı'nın bir yandan öte yana aşılması sırasında bile binlerce yiğidimiz soğuk nedeniyle şehit olmuştur. 

6- İçimizde yetiştikleri için çok iyi Türkçe bilen Ermenilerin bitmez tükenmez ihanetleri... 

7- Sakın gülmeyin ağlanacak şu hâle... Rus istihbaratının cahil askerlerimiz arasında, özellikle Ermenileri kullanarak yaydığı “Bit yiğitte, pire itte bulunur” sloganının umulmadık bir beşinci kol başarısı sağlaması ve bu nedenle binlerce askerin tifüsten ölmesidir.


BÖLÜM II


Hiç yorum yok:

*SESSİZLİĞİN SESLERİ SANAT GALERİSİ SERGİLERİ İÇİN TIKLAYIN